Öyle bir dönemdeyiz ki, yaşantımızı başkalarının sosyal kabulleri üzerine kuruyor ve aldığımız “like”ları gayretlerimizin karşılığı olarak görüyoruz. Peki başkaları ve “like”ları olmayıp, kendi başımıza kaldığımızda ne olur? Bizi onaylayacak bir kitle olmadığında, zor bir şeyi yapmamızı sağlayacak motivasyonu kendimizde bulabilir miyiz? Allah ile olan ilişkimiz, bizi zor olacak bir işi doğru yapmaya motive edecek kadar kuvvetli mi? Allah bize “… şeytanın kendisini hatırlamaktan ve kendisine ibadet etmekten alıkoyacağını” hatırlatıyor. (Kuran 5;11)
“Beş vakit namazın hepsini kılamayacağı için başlamanın bir anlamı olmadığını” ya da “Sürekli başını kapatamayacağı için hiç kapatmadığını” söyleyen arkadaşlarımla ve gençlerle sıkça karşılaşıyorum. İnsanlar, her nasıl oluyorsa, kendilerini bir işi tamamı ile yapamayacaklarsa, o işe hiç başlamamalarının daha iyi olduğuna ikna etmişler. İnsanları hiç bir aksiyon almamanın daha iyi olduğuna ikna eden şey nedir acaba? Şeytan mı? Tembellik mi? Dini yanlış anlamak mı? Yoksa insanların yargılarından korkmak mı? Her ne sebeple olursa olsun, bu yaklaşım dinimizden gelmiyor. Peygamberimiz(SAV) “İyi işlerin güç yettiğince yapılması gerektiğini ve Allah’ın en sevdiği amelin az ama devamlı olan olduğunu” söylemiştir.(İbni Mace, 4240). Peygamberimizin örneği küçük işleri büyükçe ödüllendirmektir. Küçük ve samimi bir amel Allah ile bir bağlantı ve samimiyet kurar. Amel devam ettirildiğinde ise, yaratıcıya olan sevgi artar, hatta küçük ameller daha da büyük amellere dönüşür. Ama bunlar için, başlangıç yapmak gerekir.
Dürüst olmak gerekirse yukarıdakilerden bahsederken ben de iman konusunda harekete geçmekteki eksikliğim hakkında düşünmedim değil. İçimde bir his, yaptığım her şeyin en iyisini yapmam gerektiğini istiyor, başkalarından daha iyi olmak değil ama kendimle olan rekabetim söz konusu. Bir işe başlamaya niyet edersem, bu benim için neredeyse takıntı haline geliyor. Tüm düşüncelerimi kaplıyor ve tüm zamanımı kendimi bu işte nasıl daha iyi hale getirebileceğimi ve geliştirebileceğimi düşünerek harcıyorum. Blogdaki son paylaşımımda Müslüman olduktan sonra her şeyi olabildiğince hızlı bir şekilde öğrenmek istediğimden bahsetmiştim. Bana, ağırdan almam gerektiğinin söylenmesinden bıkmıştım. Şimdi düşünüyorum da, bu aslında benim yukarıda bahsettiğim kişiliğimin tam yansımasıymış. Uzun ve zor bir farkındalık sürecinden sonra, bu şekilde yaşamanın sürdürülebilir olmadığını anladım. Sonunda tükendiğimi fark ettim. Yaptığım planlar bozulmaya başlıyor ve istediğim sonuçlara ulaşamıyordum. Bu da kendimi çok yetersiz görmeme ve başladığım işlere ara vermeme sebep oluyordu.
Mesele dini yaşamak olduğunda bu özelliğimin daha baskın olmaya başladığını fark ettim zaman içinde. Kalbim Allah’a daha da yaklaşmak istiyor ve dini bilgi elde etmekle ilgili geniş geniş hedeflerim var. Bu hedefler hayaller gibi, ve sanki ben onlara asla ulaşamayacak gibi hissediyorum, doğal olarak pes ediyorum. Bunlar, Arapça öğrenme, Kuran’ı ezberleme, aldığım/almayı düşündüğüm kurslar için de geçerli. Bununla ilgili düşündüğümde aklıma şu hikaye geldi:
Peygamberimiz(SAV) bir gün mescide girer ve iki sütun arasında gerili bir olduğunu görür. “Bu ip nedir?” diye sorunca insanlar: “Bu ip Zeynep içindir, namaz kılarken ayakta duramayacak olursa bu ipe tutunur” derler. Peygamberimiz bunun üstüne: “Bunu kullanmayın, ipi kaldırın. Kendinizi canlı ve yapabilir hissettiğiniz zamanlarda gücünüz ölçüsünde ibadet edin. Yorulduğunuzda ise oturun” demiştir. (Sahih Buhari)
Kaldırabileceğimizden daha fazlasını taşımaya hem sürdürülebilir değil hem de gerçekçi değil. Aynı zamanda da Peygamberimizin(SAV) tavsiyesine de uygun değil. Onun tavsiyesi “ölçülü” anlamına gelen Arapça’da ‘wasat’ kelimesi olmuştur. Er-Razi wasat’ı iki uç noktaya da en uzak olan nokta olarak tanımlamıştır. Başka bir deyişle orta nokta. Şimdi anlıyorum ki, ilk Müslüman olduğumda bana ağırdan almam gerektiğini söyleyen insanların söylemeye çalıştığı şey bu olsa gerek. Herhalde onlar sonucun tükenmişlik olacağını bilecek kadar hikmet sahibiydi.
Örneğini verdiğim arkadaşlarım/gençler(harekete geçmeyenler, aksiyon almayanlar) ile benim(aşırıya gidip her şeyi yapmaya çalışan) aramda bir orta nokta, tavsiye edilen ‘wasat’ davranış. Son söz Peygamberimiz’in (SAV): “İyi amelleri uygunca, samimiyetle ve ölçülü yapın. Her zaman orta yoldan, aşırıya kaçmadan ve düzenli olarak. Böylece hedefinize ulaşacaksınız.” Sahih El-Buhari, 8;470
Güzel olan şey, her zaman kendimizi kontrol eder ve niyetlerimizi yenileyebiliriz. Allah’a ibadet etmek üzere yaratıldık. Kendi tükenmişliğimizin, eksiklerimizin ya da şeytanın vesveselerinin bu amacın önüne geçmesine izin vermemeliyiz. Kendimize ‘yapamayacağımızı, yeterince iyi olmadığımızı veya zamanın olmadığını’ söylemeyi bırakmalıyız. (Bu tavsiyeyi de önce kendime verdiğimi bilin).
Haydi şimdi hep beraber küçük ama sürekli bir aksiyon için niyet edelim: bir vakit namaz, bir ayet öğrenmek, bizi yargılamayacağını bildiğimiz bir dostumuza başımızı kapatarak gitmek… Kendimizi aksiyon almakta zayıf gördüğümüz her ne ise, Allah bize yardım etmekte kuvvet sahibi. Şimdi önemli olan, kendimize samimi olup bugün başlangıç yapmamız.
22 yaşındayım. Tam da kendimi keşfetme çabamin olduğu donemdeyim. Çok şey yapmak istiyor,kendimi başkalarıyla kiyasliyorum. Adım atmaya çalıştığımda ne kadar yetersiz olduğumu düşünüyorum. Ve tabiki adım atmıyorum. Sadece çok şey düşünüp hiç bir şey yapmıyorum. Tam da yazınızda bahsettiğiniz kişiler gibiyim. Ama İslam yine yol açıyor. Her neyse. Sözün özü yazınız beni çok rahatlattı. Bana iyi geldi . Yazınız , Türkiye’nin bir yerindeki müslüman kardesinize iyi geldi. Teşekkürler
Sizi yeni tanıdım, tanımaya devam ediyorum ve hakkınızda okuyorum. Bu yazınızı çok beğendim. Allah yüreğinize, kaleminize güç versin.